Neden Çevirmen Oldum?
Bu soruyu çok sormuşumdur kendime sanırım. Neden çevirmen oldum? Neden tercümanım? Neden bu işi çok seviyorum? Ya da oğlumdan duymuşumdur “Anne neden çevirmen olmayı seçtin?” diye. Benim için bu soruya verilebilecek bir cevap var: Çünkü başka bir iş yapamazdım da ondan!
Bilmiyorum genetik tarafı da var herhalde. Ailemin bir yanı Kırım öte tarafı Rusya’nın uzaklarından gelip yerleşmişler yüzyıllar önce Türkiye’ye. Kendimi bildim bileli ananem olsun büyükler olsun hep ya Rusça ya da Kırım Rusçası diyebileceğim başka diller ya da Ermenice, Rumca – Ermenice, Rumca ya da Gürcüce… Bir düğün olurdu, masalarda Türkçe ile beraber bir sürü başka diller duyardık. Memleket Artvin’e gidince keza öyle… Küçüktüm ve 8.10 yaşlarımda ne olacaksın diye sorulduğu zaman “Yabancı dil konuşan birinin dediklerini Türkçe konuşacağım.” derdim. Sanırım o zamandan kodlamışım kendimce.
Bunlar doğal olabilecek sebepler. Ama bence sebep çok daha başka. Dil öğrenmek benim için bir tutku. O dili çözüp, oynayıp, etimolojisine varana kadar didiklemek ayrı bir keyif benim için. O kelime nerden gelmiş nasıl olmuş nasıl kullanılmış benim için olmazsa olmazlardan. Öğrenmeyi seviyorum ve meraklı biriyim. Ve bir çevirmen bana göre dünyada her şeyi öğrenebilecek kapasitede birisidir. Ağırlık olarak sözel çalışıyorum, yazılı çalıştığım dönemler de oldu ancak sözel çalışmak, gerek simultane gerek ardıl, en ama en sevdiğim. O kadar farklı sektörlerde çalışıp yeni şeyler öğreniyor ki insan, bunları kitap okuyarak ya da araştırarak bulması imkânsızdır. Yeri geliyor bir tıp kongresi, başka bir zaman ayakkabı fabrikası makine eğitimi veya bir gayrimenkul satışı gibi birbirinden alakasız işlerde çalışabilirsiniz. En büyük isteğim şimdiye dek çalışmış olduğum makale, katalog, broşür, kitapçık ya da altyazı gibi kısa süreli akılda kalan ve hatırlanan işlerden ziyade bir kitap çevirebilmekti. Bill Plotkin’in Soulcraft kitabı benim için hem ilk kitabım oldu hem de kitap çevirisinin ne kadar farklı bir çeviri alanı olduğunu anladım. Ne simultane, ne ardıl, ne makale, hiçbir şeye benzemiyor kitap çevirisi; bambaşka bir tadı ve lezzeti var gerçekten.
Üniversitede hocam “Çevirmenler görünmeyen kahramanlardır, yazandan daha çok emek verirler ama unutulurlar; yazar hatırlanır ama çeviren bilinmez hazırlıklı olun.” demişti. Bu işin en büyük eksisi bence bu. Sözel ya da yazılı çalışılsın, unutuluyoruz. Günlerce simultane çeviri yapayım nefes almadan ama kimse benim kim olduğumu bilmez ama semineri veren kişi tanınır. Afişlerde isim yazmaz ya da küçücük bir teşekkür edilmez. Ben üst düzeyde bakanlıklar, belediyeler vb. yerlerde çalıştım. Yaptığımız ufacık bir dil sürçmesi iki ülkeyi savaşa bile sokabilir. Yeri gelir bir bakan ağzından küfrü kaçırır ama biz renk vermeden güzelce geleceğe dair projelerden bahsetmeye devam ederiz. Zordur, karşılığını alır mıyız başka bir sorudur. Yerine göre değişir bunun cevabı bence. İşverenin inisiyatifindedir. O yüzden çalışacağınız yerleri çok iyi seçmek gerekir. Çünkü kafa işi yapıyoruz ve beyin yorgunluğu hiçbir şeye benzemez. Seven kişinin yapabileceği iştir çeviri. Eğer sevmiyorsanız hayatınızda sadece dönemsel olacaktır. Yük olur ağır gelir. Ben işimi çok seviyorum. Başka bir iş de düşünemiyorum. Yani ben başka bir iş yapamazdım gibime geliyor. Yeni şeyler öğrenmek, yeni insanlar tanımak, yeni alanlar keşfetmek ve bir parçası olmak gerçekten çok ama çok büyülü bir şey… Her işin olduğu gibi artısı ve eksisi vardır ve sevilince daha güzel yapılır.
Elif Berkan
Yazar
Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık ve Londra City University'de Tarih okumuştur ve su an halen Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora programına devam etmektedir.
© ÇeviriBlog adına Senem Kobya. Telif hakkı sahibinin izini olmadan yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve basılamaz.