Kadrolu (Ofis İçi) Çevirmenlik Mi, Serbest (Evde) Çevirmenlik Mi?
Mezun olduktan sonra çevirmenlik alanında kariyer yapmayı planlıyor; ancak hangi çalışma şeklinin size daha uygun olduğundan emin olamıyor musunuz? İş hayatına atılmak üzeresiniz; ancak ofis içi çevirmenliğin mi yoksa serbest çevirmenliğin mi size daha çok hitap edeceği hakkında tarafsız bir fikir mi edinmek istiyorsunuz? O halde bu yazı tam size göre…
Mezuniyet sonrasında hem serbest hem de kadrolu çevirmen olarak çalışma fırsatı bulduğumdan, her ikisinin de artı ve eksi yönlerini görme şansım oldu. İlk bakışta, ‘Sonuçta ikisi de bir nevi çevirmenlik, ne kadar farklı olabilir ki…” diye düşünenleriniz olabilir. Gerçekleştirilen eylem açısından aksini iddia edemesem de, gerçekleştirilme koşulları konusunda bir kez daha düşünmenizi isterim. Bu konuda, aşağıda değindiklerimden çok daha fazla unsur olsa da, en önemlileri üzerinde durmaya çalıştım. Hep birlikte bir göz atalım…
Kendini geliştirme:
Ekip çalışmasına yatkınsanız, eleştirilere, öğrenmeye ve kendinizi geliştirmeye açıksanız, sizin için doğru seçenek kesinlikle kadrolu çevirmenlik… Her yeni mezunun ofis içi çevirmenliği en azından bir süreliğine denemesi gerekiyor. Çalışma arkadaşlarınızla yapacağınız beyin fırtınaları, kendi başınıza olsanız saatlerce, hatta günlerce aklınıza gelmeyecek olan karşılıkları dakikalar içerisinde bulmanızı mümkün kılıyor. Editör denetiminden geçen çevirilerinizde hangi hataları yaptığınızı, nelere dikkat etmeniz gerektiğini görüyorsunuz. Ayrıca ileride, kendinizi hazır hissettiğinizde, kararınızı verir ve kendi yerinizi açma yolunda bir adım atarsanız, en azından müşterilere nasıl davranılır, noterlik evrak nasıl hazırlanır, işler nasıl yürütülür vs. gibi sektörle ilgili birçok şeyi hâlihazırda öğrenmiş oluyorsunuz.
Ofiste çalışmanın size kattığı bir sıfat da “Jack of all trades, master of none” oluyor. İşverenleriniz ofise gelen neredeyse her evrakı, uzmanlık alanlarına bakmaksızın çevirmenizi beklerler. Bunun sonucunda ilk zamanlar ortaya muhteşem işler çıkmasa da siz her sektör hakkında yavaş yavaş bilgi sahibi olmaya başlarsınız, hatta öğrencilik hayatında seçemediyseniz, hangi alanda uzmanlaşmak istediğinize de bizzat deneyip görerek karar verebilirsiniz. Serbest çevirmenlikte ise, kimse size iş “dayatma” hakkına sahip değildir, işleri uygun bir dille geri çevirme şansınız vardır. Çünkü kabul edelim ki, sırf branşımıza veya ilgi alanımıza girmediği veya hakkında neredeyse hiç bilgi sahibi olmadığımız bir konu hakkında çeviri yapmak zorunda bırakılmaktan daha bunaltıcı bir şey yoktur.
Maaş:
Kadrolu çalışmanın bir diğer bir avantajı ise, maaşınızı her ay düzenli olarak alabilecek olmanızdır. Serbest çevirmenlikte emeğinizin karşılığını alabilmek için çoğu zaman müşterilerinizin peşinde koşmanız gerekirken, kadrolu çevirmenlikte maaşınızın zamanında yatacağını bilirsiniz. Ancak bu konuda bahsetmeden geçemeyeceğim bir nokta var ki, o da maaşınızın miktarı… Kadrolu çevirmenler, -istisnalar hariç- genellikle sabit maaş üzerinden çalışırlar, yani ister ayda 300 isterseniz 500 sayfa çeviri yapın, ay sonunda alacağınız maaş aynıdır. Ortalama bir işletme sahibinin, kadrolu bir çevirmenin ayda 400 sayfanın altına düşmesine müsamaha göstermeyeceği de bir gerçektir. Çevirmen üzerindeki baskıyı siz hayal edin artık… Öte yandan, serbest çevirmenlikte, yaptığınız işte iyi olmanız kaydıyla, patron sizsinizdir. O ay ne kadar kazanmak istediğinize siz karar verir, limiti siz belirlersiniz. Ama bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Serbest çevirmenlikte iş sürekliliği garantisi yoktur, piyasadaki bir ya da birkaç aylık durgunluk veya yaptığınız işte ne kadar iyi olursanız olun her zaman o işi daha iyi ya da daha “ucuza” yapabilecek birilerinin olması er ya da geç ücretinize de yansıyacaktır.
Yoğunluk ve bölünme:
Tabii ki ofis yoğunluğu her zaman çekilir dert değil. Araya giren işler sebebiyle hep yarım kalan projeler, elinizdeki işten “her zaman” daha acil olan yeni belgeler, masanızın üstünde asla “eksilmeyen” dosya yığınları…
Serbest çevirmenlikte, “baskın basanındır” tarzı çaya – kahveye gelen misafirleriniz konusunda bir şey diyemem, ancak en azından evdeyken ofiste doğrudan yüz yüze muhatap olmanız gereken ısrarcı müşterilerle, çeviriye ayırdığınız zamanı heba etmeyeceğinizin garantisini verebilirim.
Çalışma saatleri:
Herkesin vardığı genel ama bir o kadar da yanlış yargı: “Ofis içi çevirmenliğin çalışma saatleri ne kadar belirliyse serbest çevirmenliğinki de bir o kadar esnek… İster sabah, ister gece çalışabilirsiniz, hatta birkaç hafta ara verip hiç çalışmama lüksüne bile sahipsiniz…” Ne yazık ki serbest çevirmenlikte “ne kadar iş o kadar aş” prensibi geçerli. Ayda kendinize belirli bir hedef koyup buna ulaştıktan sonra kendinizi ödüllendirmenize kimse bir şey diyemez; ancak ayın bir haftası çalışıp kalan üç haftasını yatarak geçirdiğinizde, biriken faturalarınız ve ekstreleriniz hayatınızı bir süre sonra çekilmez kılacaktır.
Depresyon:
Sevmediğiniz bir işte çalışmak zorunda kalmanız önünde sonunda çağımızın kaçınılmaz hastalığı olan depresyona neden olacaktır. Ancak hepimiz kabul edelim, çevirmenlik sevmeden yapılacak bir meslek değil. Bu nedenle, “zorunda” olmak kısmını ortadan kaldıralım.
Depresyona neden olan şey çalışma zorunluluğu değil, çalışma şartlarıdır. Kafanızda şu sahneyi canlandırın: ortalama bir evde yatak odalarımız, içlerinde aynı zamanda çalışma masalarımızın da yer aldığı çok amaçlı yaşam alanlarıdır. Yani yoğun bir çeviri projesinde, o gün için bitirmeyi planladığınız kısmı masanızda tamamlayıp, hemen bitişiğindeki yatağınıza yatar uyur, ertesi gün pijamalarınızla kalkıp kahvenizi içtikten sonra yine sandalyenize zıplar, çevirinize kaldığınız yerden devam edersiniz. Şimdi birkaç gün boyunca bu rutini bozmadan tekrarladığınızı düşünün. Yeteri kadar bunalmadınız mı? Öyleyse resme çevirinizi yetiştirmek için market alışverişi yapamadığınızdan, buzdolabında yiyecek bir şey bulamadığınızı, kedinizin mamasının kalmadığını, günlerdir “atıştırma” bazında beslenmenizden kaynaklı olarak odanızın çeşitli köşelerinde biriken çikolata, kahve, cips paketi yığınlarını ekleyin… Sanırım artık durumun ne kadar iç karartıcı olabileceği konusunda hemfikiriz.
Kendinize günün belirli saatlerinde dışarı çıkıp “hava alma” fırsatı tanıyacağınız ve dahası bu programa sadık kalabileceğiniz bir çalışma planı hazırlamadan, evde serbest çevirmenlik birkaç ay içinde sizi öylesine asosyal, öylesine depresif bir ruh haline sürükler ki, umarım bunu asla yaşamak zorunda kalmazsınız.
Serbest çevirmenlikte ipler her ne kadar sizin elinizdeymiş gibi hissetsiniz de, ofis içi çevirmenlikte her gün en azından ofise gitmek için evden çıkmak zorunda olmanız, aslında akıl sağlığınızı koruyan en önemli şeylerden biridir. İşin ofiste kalması da bir avantaj tabii ki. Serbest çevirmenlikte her daim işinizle bir arada, aynı ortamda olacağınızdan, bir süre sonra kendinize ait bir alanınız kalmamış gibi hissetmeye başlamanız ve akabinde de yaptığınız işten soğumanız ne yazık ki kaçınılmazdır.
Sigorta:
Mesleğe yeni başladığınızda, sizin için ilk etapta pek önemli olmayan, hatta önem sıralamanızda en sona koyduğunuz “sigorta” konusu, kadrolu çalışmanın en büyük avantajlarından. Şu an çok uzak geliyor olsa da, günün birinde “emekli” olacağınızı unutmayın. Geleceğinize yatırım yapın.
Sonuç olarak, benim gözlemleyebildiğim ve tecrübe ettiklerim kadarıyla, kişisel özelliklerinizin yanı sıra -ister evde isterseniz ofiste çalışmayı tercih edin- doğru işvereni ve doğru müşteriyi bulmanız da, bu mesleği başarılı ve mutlu şekilde sürdürebilmenizde büyük önem teşkil ediyor.
Artılarıyla eksileriyle ölçün tartın ve eğer çevirmenlik sizin için “doğru” meslekse, çalışma şartlarınızı er ya da geç kendinize uygun hale getirmenin yolunu bulacağınızı unutmayın.
Pınar Göğüş
Yazar
Dokuz Eylül Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümünden mezun olmuştur. 2008 yılından itibaren sektörde serbest ve tam zamanlı çevirmen olarak çalışmaktadır. Günümüzde Dijital Tercüme Ltd. Şti.’de Çeviri ve Eğitim Koordinatörüdür.
© ÇeviriBlog adına Senem Kobya. Telif hakkı sahibinin izini olmadan yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve basılamaz.